GÜLSEN TUNCER’İN IŞIĞI
Öyle oyuncular vardır ki, onları ne kadar da birbirinden farklı karakterin zenginliğiyle donatırsanız donatın, onların yüzünü, duruşunu, bakışını, tavrını ve tüm değişkenliklere rağmen yüzündeki o betimlenemez ışığını değiştiremezsiniz. Çünkü o betimlenemez ışık yalnızca o oyuncuya özgüdür. Onundur. Değiştirilemez, taklit edilemez ve bir başkasında da yaşatılamaz… Gülsen Tuncer, işte bu oyunculardan biridir. Tiyatro ve sinema disiplinleri arasında geçen 55 yıla rağmen hala parlayan bir ışıktır Gülsen Tuncer. Onun ışığı, Melih Cevdet Anday, Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Kudret Aksal, Samih Nafiz Tansu ve Yıldız Kenter tarafından yakıldı konservatuarda… Sonra LCC’ye geçti bu ışık. Ayla Algan’dan Brecht’i öğrendi. Arkadaşlarıyla daha öğrenciyken Grup 6 Tiyatrosu adıyla perdeler açtı perdeler kapadı amatör ruhla. Gün geldi Gülriz Sururi Engin Cezzar Tiyatrosu’na katılarak Haldun Taner’in “Zilli Zarife”si ile profesyonel oldu. Yıl 1965… Başarılı oyunculuk performanslarıyla dolu dolu geçen 55 yıla, Kenter, Ulvi Uraz, İstanbul Birlik Sahnesi, Çevre, Dostlar, Levent Kırca, Ali Poyrazoğlu, Nisa Serezli- Tolga Aşkıner, Ankara Çağdaş Sahne, Erkan Yücel Sahnesi, Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları, Sadri Alışık, Tiyatro Zeytin Dalı, Tiyatro Stüdyosu, Nazım Oyuncuları gibi birçok tiyatroyu ve oyunu sığdırdı.
Gülsen Tuncer, 1968’de Özcan Arca’nın yönettiği “Zürafa Sokağı” adlı kısa film için ilk kez kamera önüne geçtiğinde, oyunculuk ışığının perdeye nasıl yansıyacağından habersizdi. Bu kısa filmdeki rol, ona yeni bir oyunculuk disiplinini müjdeliyordu. Çalıştığı tiyatrolar yaz tatilinde maaş vermiyordu. Konservatuar arkadaşı Deniz Türkali’nin babası Vedat Türkali imdadına yetişti. O sırada Duru Film’de senaryo yazıyordu ve Gülsen Tuncer’den daha iyi bir reji asistanı bulamazdı. Gülsen Tuncer’in sinemayla ilgisi yeni değildi. Sinema dergileri okuyor, üyesi olduğu Sinematek’in hiçbir gösterisini kaçırmıyordu. Duygusal olarak hiçbir küstahlığı yoktu ama doğal olarak Yeşilçam’a mesafeliydi, ta ki 1971’de Lütfi Ömer Akad’ın “Yaralı Kurt” adlı filminin hazırlık çalışmalarına katılana dek. Gülsen Tuncer, 1970’li yılların sonuna kadar Yeşilçam’da Süreyya Duru, Ertem Göreç, Zeki Ökten gibi yönetmenlerin pek çok filminde reji asistanı olarak görev yaptı. Yönetmen Engin Ayça ile hayatını birleştirdikten sonra Yeşilçam hakkındaki tüm düşünceleri değişti. Arada bazı filmlerde küçük roller de oynuyordu ama asli işinin reji asistanlığı olduğunu unutmuyordu. Fakat zaman içinde oynadığı rollerin büyümesine Türk sinemasının yeni karakter oyuncularına ihtiyaç duyması da eklenince, Gülsen Tuncer için kamera önü oyunculuğu kaçınılmaz hale geldi. Onun ışığı artık beyaz perdede parlıyordu. O ışığın altında saflık, dürüstlük, kimi zaman anaçlık, kimi zaman ise çaresizlik ve yoksulluğun karşısında pes etmeyen bir direnç, bir güven vardı.
Gülsen Tuncer yaşadığı gibi oynadı filmlerinde. “Derya Gülü”, “At”, “Faize Hücum”, “Ölmez Ağacı”, “Asılacak Kadın”, “Fatmagül’ün Suçu Ne?” gibi ilk dönem filmlerinin çoğunlukla toplumsal içerikli filmler olması bir rastlantı değildi aslında. Onun ilk çıkışını sosyal kaygılar taşıyan filmlerle yapması, bir rastlantıdan, denk düşmeden daha çok, o dönemin geçerli türleriyle onun dünya görüşünün örtüşmesi, bu örtüşmenin de kimi yönetmenler tarafından fark edilmesiydi aslında. O, popüler filmlerin starı olmaktansa, “Afife Jale”, “Gramofon Avrat”, “İpekçe”, “A Ay”, “Düğün”, “Hasan Boğuldu”, “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu” gibi tezli filmlerin unutulmaz yüzü olmayı tercih ediyordu. Zaten aldığı ödüllerde bu tercihini doğruluyordu. Belki de yüzündeki ışığın hiç parlaklığını yitirmeden bizlere yansıması bu yüzdendi. Gülsen Tuncer, yıllar yılı oyunculuk kozasını büyük bir sabırla ördü. Kimi zaman niteliğe önem verip suskunluk dönemine girdi, kimi zaman unutulmamak için belki de istemediği kimi filmlerde oynamak zorunda kaldı.
Usta yazarların kaleminden çıkmış “Üç İstanbul”, “Bugünün Saraylısı”, “Çalıkuşu”, “Ateşten Günler”, “Can Şenliği” gibi birçok romanın film kahramanı oldu. Zaman içinde yıllar yılı gururla taşıdığı ışığını eğitmenliğe çevirerek genç kuşaklara sunmuş ender oyunculardan biri oldu. Bugün onun derslerine devam eden pek çok isim oyunculuğun farklı disiplinlerinde hünerlerini sergilemekte… Işığın hiç sönmesin Gülsen Tuncer…
Ali Can Sekmeç
25 Kasım 2019 Beyoğlu
YEŞİLÇAM’I KURGULAYAN ADAM
Onun işi, anlatımı düzenlemek, eldeki görüntüleri en uygun biçimde seçmek ve yerleştirmek, planlar arası geçişi sağlamak, ritmi yakalamaktı. Deyim yerindeyse senaryo yazarının kurduğu ve yönetmenin karelere hapsettiği görüntü bütününe son şeklini verendi Mevlüt Koçak… 1970 yılında Ören Film Stüdyosu’nda negatif kurgu asistanı olarak başladı mesleğe. Henüz 15 yaşındaydı. Eğitim hayatını yarım bırakınca teyze oğlu ve Türk sinemasının çalışkan kurgucularından Mehmet Özdemir, onu yanına almıştı. Negatifini kestiği ilk filmler “Yarım Kalan Saadet” ve “Yumurcak Köprüaltı Çocuğu” adlı melodramlardı. Mevlüt Koçak, usta çırak ilişkisi bağlamında Yeşilçam geleneği içinde kendisini yetiştirdi.
Çalışmalarını 1973 yılına kadar Saner Film Stüdyosu çatısı altında sürdürdü. Stüdyo bu tarihten sonra ses mühendisi Necip Sarıca tarafından devralınarak Yeni Stüdyo adıyla yeniden düzenlenmesine rağmen Mevlüt Koçak’ın görev yeri değişmedi. Stüdyonun diğer kurgucusu İsmail Kalkan ile birlikte çalışmaya başladı. İkili, Türk sinemasındaki hızlı üretime ayak uydurarak, Yeşilçam’ın bilinen türlerini, furyalarını, klişe kalıplarını içeren filmlerine bir bakıma kurguyla yol gösterdi. Mevlüt Koçak, bu dönemde “Açlık”, “El Kapısı”, “Hasret”, “Oh Olsun”, “Topal”, “Mavi Boncuk”, “Salako”, “Yüreğimde Yare Var”, “Bizim Aile”, “Delisin”, “Tosun Paşa”, “Batan Güneş”, “Kanal”, “Sultan”, “Korkusuz Korkak”, “İnsan Sevince”, “Yuvasız Kuşlar” gibi filmlerin kurgusunu ve senkronunu yaptı.
1970’li yılların ortasında erotik filmlerin batağına saplanan Yeşilçam’da çekilen bir avuç normal filmin kurgusunda Mevlüt Koçak’ın imzası vardı. 1979 yılında yine Necip Sarıcı’nın kurduğu Yeni Lale Film Stüdyosu’na geçen Mevlüt Kolçak, 1988 yılına kadar bu stüdyonun kadrolu kurgucusu olarak çalışmalarını sürdürdü. Türk sinemasında yaşanan video patlaması, yalnızca video için çekilen filmlerin sayıca artması, sinema için çekilen filmlerin ise gösterilecek salon bulamaması, kaliteli film üretimini yavaşlatmıştı. Mevlüt Koçak bu dönemde hiçbir stüdyoya bağlı olmaksızın serbest çalışmayı tercih etti.
1980’li yıllarda Mevlüt Koçak’ın diğer kurguculara göre tek avantajı Atıf Yılmaz, Şerif Gören ya da Ömer Kavur gibi kurgunun teorisinden anlayan bilgili yönetmenlerle çalışması oldu. Onlardan öğrendikleriyle kurgusunu geliştirdi. Sinemadaki ilk on yılında seçme şansı olmadan her türden filmde çalışırken, artık aranan bir kurgucu olarak dilediği filmde çalışmaya başladı. Mevlüt Koçak kurgu yönetmeni olarak “Boynu Bükük”, “Devlet Kuşu”, “Gerzek Şaban”, “Kanlı Nigar”, “Kırık Bir Aşk Hikayesi”, “Nasıl İsyan Etmem”, “Aile Kadını”, “Namuslu”, “Amansız Yol”, “Kurbağalar”, “Körebe”, “Ah Belinda”, “Asiye Nasıl Kurtulur”, “Asılacak Kadın”, “Bir Avuç Gökyüzü”, “Gece Yolculuğu”, “Kadının Adı Yok”, “Anayurt Oteli”, “Eskici ve Oğulları”, “Düş Gezginleri”, “Seni Seviyorum Rosa”, “Şahmaran”, “Yumuşak Ten”, “Masumiyet”, “Melekler Evi”, “Salkım Hanımın Taneleri”, “Karşılaşma”, “Ateşin Düştüğü Yer”, “Kervan 1915” gibi birçok filmde çalıştı. Başarılı kurguları sayesinde defalarca ödüller kazandı. Aldığı 11 ödülle Türk sinemasının en çok ödülü olan tek kurgucusu olarak kayıtlara geçti.
Bugün 50 yıla varan meslek hayatı boyunca yüzlerce filmi izlenebilir hale getiren Mevlüt Koçak, Türk sinemasının Yeşilçam geleneğinden gelen ender stüdyo emekçilerinden biridir. 1970’te eline makası ilk aldığı günden bugüne yaşadıklarını ya da yaşayacaklarını hiç hayal etmiş midir bilemeyiz ama Türk sineması ona çok şey borçlu, bu kesin… Alkışlarımız Yeşilçam’ı kurgulayan adam için… Ellerine sağlık Mevlüt Koçak…
(Kaynak: Altın Portakallı Sanatçılar 2016/Ali Can Sekmeç)
Ali Can Sekmeç
25 Kasım 2019 / Beyoğlu