Dostluk Onur Ödülü 2021

4. Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali

selda-alkor-odul

BİR ZARAFET ELÇİSİ: SELDA ALKOR

1960’lı yıllar Türk sineması için ‘altın çağ’ olarak adlandırılır. Seyircisine sırtını yaslayan star sistemi, bir yandan ekonomik anlamda Yeşilçam’ı yönetirken, diğer yandan da düş şatolarının perdelerinden akan masallara hayat verecek starlar yaratmakla meşguldü. Bu masallardaki esas kızlar naif, alımlı ve etkileyici, esas oğlanlarsa yakışıklı ve çapkındı. Türk sinemasındaki üretim koşulları Anadolu işletmecilerince belirlenirken Yeşilçam, tiyatro ya da gazino sahnelerinden ya da dönemin Yıldız, Artist, Perde, Ses gibi sinema dergilerinin ardı ardına açtıkları artist yarışmalarından star adayları devşiriyordu. Bu dergiler içinden özellikle Ses’in açtığı ‘kapak yıldızı’ yarışmalarının Türk sinemasına katkıları yadsınmaz bir gerçekti. Selda Alkor, Ses dergisinin Türk sinemasına bir armağanı olarak bugün karşımızda…

Günümüzde sinemamızın kadın yıldızları kimlerdir sorusu sorulduğunda Türk sinema tarihi boyunca sinemaya emek vermiş yüzlerce oyuncu arasından kaç isim akla gelir? Bu isimler onların cazibesine kapıldığımız, oyunculuklarından büyülendiğimiz için mi aklımıza gelmekte? Yoksa onların perdedeki bir bakışına, bir duruşuna ya da özel hayatlarındaki olağanlık nedeniyle yakıştırılan sıfatlardan dolayı mı yıldız olarak zihinlerimize kazınmışlardı? Bu soruların cevabı elbette seyircideydi. Herkesin bir starı vardı ve onu her haliyle kabullenmişti… İşte Selda Alkor, bu cevapları bedeninde barındıran star oyunculardan biriydi. Tesadüfler onu Ses dergisinin kapak yıldızı yarışmasına sokmuştu. Ailesinin haberi yoktu. Bundan dolayı katılmaktan vazgeçecek, derginin ofisine giderek fotoğraflarını geri isteyecekti. Fakat kalması konusunda ikna olması çok uzun sürmeyecek, ardından 1965 yılı ‘kapak yıldızı’ seçilecekti.

Selda Alkor, kamera önüne ilk kez Tanju Gürsu ile başrolleri paylaştığı ‘Cumartesi Senin Pazar Benim’ adlı macera filmiyle geçti. Tecrübesizdi. Kamera önünde nasıl duracağını, ışığını nasıl alacağını bilmiyordu ama dikkatliydi, öğreniyordu. Ardı ardına ‘Buzlar Çözülmeden’, ‘Çiçekçi Kız’ ve onu starlar arasına sokan ‘Senede Bir Gün’ geldi geçti. Takvimler 1966’yı gösterdiğinde Selda Alkor, hızlı çalışma temposu içinde her türden 22 filmde başrol oynayarak bir rekor kırdı. Filmler boyunca masum, kaderine boyun eğen, olayların akışını denetleme çabası göstermeyen, sevmekten çok sevilmenin öznesi olmuş kimliklere bürünmüştü. Yabancısı olduğu bir çevrede deneyimsiz, genç ve tek başına olması onun için hem olumsuz, hem de yalnızlığın getirdiği cesaret duygusuyla olumlu etkiler yapmış, kısa zamanda Yeşilçam’ın aranan isimlerinden biri olmuştu. Bu da onun sinemadaki başarı grafiğini birilerinin belirleyip yönlendirmediğini aksine yalnız olmanın getirdiği bir cesaretle kendi yolunu kendinin çizdiğini göstermektedir.

Yeşilçam’da sırtını piyasayı yönlendirebilen isimlere dayamış ve en başarılı filmlerde boy göstermiş kimi yıldızların yanında Selda Alkor’un tek başınalığı bir talihsizlik gibi görünebilir. Fakat bunu hiç önemsemez. Birilerince desteklenme olgusundan yoksun oluşu, belki hayalini kurduğu filmleri ona getirmez ama ödün vermeden çizgisini devam ettirmesine de engel olmaz. Selda Alkor, 1967’de Gar Gazinosu’nda sahneye çıkarak şarkıcılığa başladı. Sesine güveniyordu. Bir süre Ruhi Su’dan dersler alarak sahnede türkü okudu. Hatta ‘Bay Fakir / Yarın Bir Gün Olacak’ adlı bir 45’lik plakta  doldurdu. 1970 yılına kadar “Kalpsiz”, “Katiller de Ağlar”, “Evlat Uğruna”, ‘İdam Günü’, ‘Merhamet’, ‘Osmanlı Kabadayısı’, ‘Erikler Çiçek Açtı’, ‘İftira’, ‘İlk ve Son’, ‘Yara’, ‘Fakir Kızı Leyla’ gibi gişede rekor hasılatlar getiren filmlerde başrol oynayan Selda Alkor, aynı yıl çektiği 62. filmi ‘Yiğitlerin Türküsü’ ile tek başına mücadele ettiği Yeşilçam’a veda etti.

Selda Alkor, setlerden 13 yıl uzak kaldıktan sonra ‘Kartallar Yüksek Uçar’ adlı televizyon dizisiyle yeniden kamera önüne geçti. Yeşilçam’ın zarif, masum, mağdur genç kızı, yıllar sonra buyurgan, anaç, sert ama dürüst bir kadın kimliğiyle beyazcamdan da olsa seyircisiyle hasret giderdi. Dizideki ‘Hanımağa’ karakterinde gösterdiği başarıyı Selda Alkor’un uzun bir aradan sonra, ardında bıraktığı onca deneyimden elde ettiği ustalığına bağlamak gerekti. Selda Alkor, 2003’te ‘Asmalı Konak’ adlı dizide çizdiği yeni ‘hanımağa’ tiplemesiyle büyük beğeni kazandı. Ardından ‘Çemberimde Gül Oya’, ‘Parmaklıklar Arkasında’ gibi yüksek reytingli dizilerde görev alan Selda Alkor, faal oyunculuk çalışmalarına devam etmektedir.

Alkışlarımız Selda Alkor için….

 

Ali Can Sekmeç

15 Kasım 2021 Beyoğlu

engin-ayca-odul

BİR SİNEMA ENTELEKTÜELİ: ENGİN AYÇA

Türk sinemasında öyle yönetmenler vardır ki, onları bilinen yönetmenlik çizgisinin, önceden tanımı yapılmış ya da örnekleri verilmiş, bilinen kalıplarının içine koyup, bir çırpıda anlatamazsınız. Onlar farklıdırlar, onlar yenilikçidirler… Onlarla bir film yaratmanın gizlerini keşfedersiniz. Saniyede 24 kare boyunca sundukları yeteneklerini tartışmasız kabullenirsiniz. Entelektüel ama gösterişsizdirler. İşte Engin Ayça’da o yönetmenlerden biridir. 1960’lı yılların sonundan bugünlere ulaşan, uzun sinema kariyeri boyunca Türk sinemasının entelektüel yüzünü, aydın tavrını, kimi zaman politik duruşunu ödünsüz sergileyen, beraberinde yaşadığı kimi düş kırıklarına karşın, kulvarını değiştirmeden yalnızca sinema için atan bir kalp, Engin Ayça…

Galatasaray Lisesi’ndeki eğitiminin ardından, içinde yaşattığı sinema tutkusunu da yanına alarak İtalya’ya gitti. Roma’da Instituto Superiore Dell Opinione Publica ve Centro Sperimentale Di Cinematografia adlı okullarda sinema eğitimi gördü. Türkiye’ye döndüğünde, yurtdışı eğitimli az sayıdaki sinemacıdan biri oldu. O günlerin Türk sinema piyasası, İtalya’dan dönmüş genç bir sinemacıyı bağrına basacak durumda değildi. Çünkü Engin Ayça, idealist ve yenilikçi bir yönetmen adayıydı. Oysa, Türk sineması her geçen yıl artan sayıda yaptığı üretimiyle sanatsal yanından çok, halk sineması olarak varlığını sürdürmekteydi. Engin Ayça, bu düzenin dışında kalmakta kararlıydı. 1969’da Ahmet Soner ve Kuzgun Acar’la birlikte ‘Kanlı Pazar’ adlı ilk belgesel filmini yönetti.

1970’ten itibaren dört yıl süreyle İstanbul Üniversitesi Foto Film Merkezi’nde çalışan Engin Ayça, 1973’te “Film yapmak bir ahlak sorunudur: seyirciler karşısında, gerçekler karşısında namuslu veya namussuz olmaktır, yalan söylemek veya söylememektir, kimin yanında olduğunun açık-seçik ortaya konması, gösterilmesi veya konmaması, gösterilmemesidir.” düşüncesinden hareketle Nezih Coş ve Atilla Dorsay’la birlikte ‘Yedinci Sanat’ adını koydukları bir sinema dergisi yayınlamaya başladı. Onun peşine düştüğü aslında Türkiye’de ileriye dönük bir sinemanın boyutlarını, sorunlarını, işlevini irdelemek, saptamak, tartışmaktı. 1973-1975 yılları arasında 24 sayı yayınlanabilen ‘Yedinci Sanat’ dergisi yoluyla sanatın amacına ve anlamına yönelik tartışmaları alevlendirerek, toplum ile sinema arasındaki ilişkiyi doğru zemine oturtmaya çalışmış, ilkeler geliştirmiş, sorgulayıcı ve müdahil bir duruş ortaya koymuştur.

Engin Ayça’nın yolu 1974’te Yılmaz Güney’le kesişti. Ondan aldığı teklifi değerlendirerek, aynı yıl çekilen ‘Arkadaş’ adlı filmde yönetmen yardımcısı olarak görev aldı. Sinema yazarlığı ve dergi yayıncılığı artık yönetmenliğe doğru evrilmeye başlamıştı. Yılmaz Güney’le kurduğu fikir birliği, eğer fırsat verilirse Türk sinemasını kurtaracak boyutlardaydı. Fakat bu fırsatı hiç bir zaman bulamadı. 1974’te yönetmen olarak TRT’ye giren Engin Ayça, 1987 yılına kadar bir çok televizyon belgeseli ve programını yönetirken, Türk sinemasına uzaktan baktı. Her şeye rağmen içindeki sinema filmi yapma isteğinin önüne geçemiyordu.

1987’de senaryosunu da yazdığı ‘Bez Bebek’ adlı filmle yönetmen koltuğuna oturmayı başardı. Bir Ege kasabasında küçük kızıyla tek başına yaşayan ve hapisteki eşini bekleyen bir kadınla, yaşamlarına giren bir ustanın polisiye olaylara zemin hazırlayan ilişkisini yalın ve olabildiğince sade bir sinema diliyle anlattı. Film, 1. Uluslararası Ankara Film Festivali’nde ‘en iyi ikinci film’ ve ‘en iyi senaryo’ ödüllerini kazandı.

1990’da ‘Udi’ adlı kendi senaryosundan çektiği ‘Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu’ adlı ikinci filminde Türk sanat müziği solisti Leyla ile udi Cemal’in umutsuz aşkını popüler oyuncularla ama ticari sinemanın isteklerine boyun eğmeden, zaman içinde zamanın diğer değişken ögelerini dingin, naif ve simgesel bir şekilde kullanarak anlattı. Özellikle udinin ölümü sonrası solistin yaşadığı duygusal karmaşanın insanı geçmişe ve anımsama eylemine çekişini ince ince işledi.

2000’de ‘Su Sinekleri’ adlı dört bölümlük bir dizi filmin yönetmenliğini üstlenen Engin Ayça, 2007’de Yunus Film adıyla bir yapım şirketi kurarak, senaryosunu da yazdığı ‘Suna’ adlı filmle üçüncü kez yönetmen koltuğuna oturdu. Her üç filminde de, yorumunu ve anlaşılabilirliğini ayrıntılarda saklı tutarak, sesini yükseltmeden ve şablonlara düşürmeden derdini anlatabilmenin üstesinden gelebilmiş, doğal, yalın, farklı sayılabilecek bir üslup ve sinema dilini oluşturmayı başarmıştır.

Türk sinemasına entelektüel bir bakışla yaklaşan ve yönettiği filmlerinde bunu özenle seyircisine sunan Engin Ayça, günümüzde belgesel çalışmalarıyla kariyerini sürdürmektedir.

Alkışlarımız Engin Ayça için….

 

Ali Can Sekmeç

15 Kasım 2021 Beyoğlu

İzleyeceğiniz filmlerin herhangi bir şekilde; bir karesinin, bir kısmının ya da tümünün ses ve görüntülerinin kopyalanması, kayda alınması, ve herhangi bir mecrada yayınlanması Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 71/1 maddesine göre suçtur!