ÇİZGİNİN ÖTESİNDEKİ SANATÇI: HASAN AYCIN
Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali’ni 7 yıl önce Anadolu irfanının kadim çıktısı ‘dostluk mayasını’ kendimize ve dünyaya hatırlatmak için başlattık. Vizörden kendimize, medeniyetimize, coğrafyamıza, tabiata dostça bakışları çoğaltalım istedik. Her yıl dostluğu bize yaşatan büyüklerimize onur ödülü vererek kendimize ve geleceğe örnek gösterdik. Bu yıl Filistinli şair Mahmud Derviş anısına gerçekleştirdiğimiz festivalimizin Dostluk Onur Ödülünü Filistin insanlık davasını gönlümüze çizen, dostluğun yaşayan abidesi, hayatımıza çizgiüstü değerler katan, zamana, coğrafyaya, medeniyete dost olmanın dev portresi Hasan Aycın’a vermekten onur duyuyoruz. Bu güzel vesileyle üstadı çizgileriyle tanıştığım günlerden bugüne kadarki zamanı, sanatının bendeki karşılığını kısaca anmak istiyorum.
Hasan Aycın çizgileriyle ilk karşılaşmam lise yıllarımda bazı gazete ve dergilerde yayımlanan ve hiçbir şeye benzemeyen özgünlükteki olağan üstü çizgileri aracılığıyla olmuş, ürpermiş, heyecanlanmıştım. Bir çizginin çizgiyi aşarak vardığı yer zihnime mıhlandı adeta. Gençliğimin rehberleri arasına birçok sanatçı gibi kendiliğinden eklemlenen bir çizgi dünyam oluştu. Üniversite dönemimin benim için en önemli tarafı şiirlerinden, resimlerinden, şarkılarından, çizgilerinden tanıdığım anlam dünyamı oluşturan sanatçıları bizzat tanıma fırsatıydı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Bölümü’ndeki arkadaşlarımızla Hukuk dergisinin Sultanahmet’te baskıya hazırlık aşamaların yapıldığı yerdeki grafik ajansında ise Hasan Aycın’la nihayet yüz yüze tanışmış oldum. Sonraki yıllarda Çıdam Yayınlarından çıkan ilk kitabı ‘Bocurgat’ı yayınevinden bizzat İsmet Özel’in elinden almak nasip oldu. Üstat Hasan Aycın dört kez birlikte sergi yaptığım müstesna bir sanatçı, bir dost ve bir abi olarak da hayatımın merkezinde hep yer aldı.
Yıllar önce ‘Gece Yürüyüşü’ kitabı için yazdığım tanıtım yazısında anlattığım gibi, onun çizgilerine bakanlar, zihinlerinin derinliklerinde kendilerine ördükleri duvarların yıkılmasının ferahlığını yaşadılar. Aycın yaradılış öncesinden bugüne, bütüncül bir bakış açısıyla çağındaki çıkmazlardan kurtulmak için, insan olmanın ve inancının kendisine kazandırdığı iç aydınlığını bütün muhatapları için can simitlerine dönüştürdü. Çizginin yeryüzünde konuşulan dillerin ötesine geçen, farklı dilleri olan insanlar için de bir ortak dil olması, en çok Hasan Aycın’ın bütün insanlığı tema edinen eserlerine yakışıyor. O yaşadığı çağın meselelerine ilişkin sorular sordu ve içimizde kendi doğru cevabımızı bulmanıza rehberlik etti. Hasan Aycın’ın siyah beyaz çizgi külliyatı, çağında yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanları aydınlatmaya, kendi bilinmezlerini bilinir kılmaya devam edecek bir klasiğe dönüştü.
İlk çizgisini yayınladığı 1978’den bugüne yarım asır boyunca sürekli çizdi. Çizgi alanında 20’den fazla kitap yayımladı. Ülkemizdeki birçok şehirde ve yurt dışında birçok kişisel sergi gerçekleştirdi. Ayrıca edebiyat alanında da çok özel eserlere imza atan Aycın’ın, ilk denemesini ortaokul yıllarında yaptığı 4 romanı, 5 masal kitabı, bir söyleşi ve bir anı kitabı yayımlanmıştır. Sanat hayatında yayıma hazırladığı kitaplar, tasarladığı kitap kapakları, imza attığı sayısız grafik eserleri de önemli yer tutar.
Son söz olarak şunu söylemek isterim: Gerçek sanatçılar ne kadar anlatılmaya çalışılsa da eksik kalacağından şüphe yok. Sanatçıyı tanımanın en kestirme ve keskin yolu, onun eserlerinin karşına geçip kendi içinizdeki yolculuğunuza onu rehber kılmaktır.
İşte Hasan Aycın’ın yeryüzündeki bütün mahlukata dost çizgileri nadir bulabileceğiniz türde bir rehberdir.
Mehmet Lutfi Şen
Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali Genel Sanat Yönetmeni
ACININ VE DİRENİŞİN TOPRAKLARINDA VİCDAN VE UMUT DOLU BİR VİZÖR!
Hayatta, sanatta ve sinemada dostluk niyetiyle çıktığımız yolda 6’ncısını düzenlediğimiz Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali bu yıl Filistin halkına uygulanan soykırıma karşı sinema dünyasında bir farkındalık oluşturmak amacıyla Filistinli şair Mahmud Derviş anısına gerçekleşiyor. ‘Dünyayı yönetenlerin’ görmezden gelmeye çalıştığı soykırımı görünür hale getirmek için tercih ettiğimiz bu anma kapsamında festivalimizde Filistin halkının yaşadıklarını beyazperdeye başarılı bir şekilde aktaran bir yönetmeni konuk etmemek olmazdı. İşte bu yıl festivalimizde ağırlamaktan onur duyduğumuz Filistinli yönetmen Michel Khleifi, o yönetmenlerin başında geliyor, bütün dünyada Filistin sinemasının kurucusu ve en özgün seslerinden biri olarak tanınıyor…
Michel Khleifi, 1950’de Nasıra şehrinde Filistinli bir işçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1970’te Belçika’ya göç ettikten sonra Brüksel’de, INSAS’ta tiyatro ve televizyon eğitimi aldı ve RTBF’de (Belçika televizyonu) çalıştı. 1980’de lirik bir estetiği eleştirel bir politik angajmanla birleştirdiği ilk uzun metrajlı belgeseli ‘Fertile Memories’i (Bereketli Hatıralar) çekti. Khleifi bu ilk filminde hem kişisel hem de toplumsal düzeyde Filistinli kadınların mücadelelerine odaklandı. Onun kamerası kadınların iç dünyasını incelikle işlerken, Filistin toplumunun derin acılarına da tanıklık ediyordu. Fakat Khleifi’nin sineması sadece acıyı değil umudu da bir çiçek gibi büyütüyor. Onun sinemasında kadınlar tıpkı toprak gibi dirençli ve üretkendir… Khleifi, bir belgesel niteliğindeki bu filminde, ileride daha da güçlenecek olan anlatı tarzının ilk işaretlerini gösterir.
1987’de, Filistin’de tamamı Filistinli bir yönetmen tarafından çekilen ilk uzun metrajlı film olan ‘Galile’de Düğün’ü çekmeyi başarır. Filistin sinemasının uluslararası sahneye girişini simgeleyen bu film Cannes Directors’ Fortnight’ta prömiyerini yaparak diğer birçok ödülün yanı sıra Uluslararası Eleştirmenler Ödülü’nü kazanır. Filistin’in bir köyünde, İsrail işgali altında gerçekleşen bir düğünün etrafında şekillenen bu film, politik ve insani olanın iç içe geçtiği bir başyapıttır. Düğün sadece bir evlilik ritüelini değil; bir halkın varoluş mücadelesini de simgeler. ‘Galile’de Düğün, Khleifi’nin adını dünya sinema sahnesine altın harflerle yazdırır. Ardından bunu üç uzun metrajlı film daha izler: Canticle of the Stones (1990), L’ordre du jour (1992) ve Tale of the Three Jewels (1995).
Festivalimizin açılış filmi olarak izleyicilerimizle buluşturduğumuz ‘Üç Mücevherin Masalı’ (Tale of the Three Jewels, 1995), savaşın gölgesinde büyüyen bir çocuğun gözünden masalsı bir dünya sunar. Gazze’nin yıkık dökük sokaklarında yeşeren bir çocuk sevgisi savaşın karanlığına inat, masumiyetin zaferine dönüşür. Khleifi’nin ustalığı, bu filmde bir kez daha kendini gösterir; zira onun dünyasında masallar, gerçeklerin en derin aynasında kendini gösterir.
Michel Khleifi’nin sineması Filistin halkının sesini duyurmayı ve Filistin sorununun insani boyutlarını dünya çapında anlatmayı hedefler. Khleifi, doğrudan politik sinema yapmak yerine, karakterlerinin duygusal ve psikolojik derinliklerine inmeyi tercih eder. Onun filmleri sadece işgalin getirdiği acıları değil, aynı zamanda Filistin halkının aşk, aile, kültürel miras ve umut dolu hayatlarını da resmeder. Bu yaklaşımı, Filistin meselesine bakış açısını farklılaştırır ve filmlerinin evrensel bir izleyici kitlesine hitap etmesini sağlar.
Khleifi, bu önemli filmlerinin ardından iki belgesel film daha çekti; ‘Forbidden Marriages in the Holy Land’ (1996) ve ‘Route 181 – Fragments of a Journey in Palestine and Israel’ (2002, Eyal Sivan ile birlikte yönetti). Avrupa’da yaşayan ve 1948 Nakba’sının tanıklıklarını filme almak için Ramallah’a dönen Filistinli bir film yapımcısı ‘M’nin öyküsünü işlediği ‘Zindeeq’ filmi ise 2009 Dubai Uluslararası Film Festivali’nde Altın Muhr ödülünü kazanır.
Bir röportajında “Bir şeyi savunmak için onu sevmek, sevmek için de onu tanımak gerekir” (Paris, 2003) sözleriyle kendini ifade eden Michel Khleifi, Filistin’in acılarını resmetmekle kalmaz; o acılar içinde insanın nasıl direnebileceğini, nasıl umutla var olabileceğini de gösterir. Khleifi’nin sineması politik bir meydan okumadır, ama bu meydan okuma nefretten değil insani bir anlayıştan doğar. Onun karakterleri, savaşın yıkıcı etkilerine rağmen aşkı, aileyi, dostluğu ve umudu yeşertir. Khleifi, Filistinli olmanın sadece acı çekmek değil, aynı zamanda hayatı tüm yönleriyle kucaklamak olduğunu hatırlatır.
Filmleri modern Filistin sinemasının klasikleri olarak kabul edilen Michel Khleifi hala Brüksel’de yaşamakta ve otuz yılı aşkın süredir INSAS’ta film yapımı dersleri vermekte, Columbia Üniversitesi, Beyrut’taki St. Joseph Üniversitesi, Filistin ve Ürdün’deki AM Qattan Vakfı’nda öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
Bu sene konuğumuz olmayı kabul eden ve genç yönetmen adaylarımızla bir araya gelerek deneyimlerini Master Class’ta aktaran yönetmen Khleifi’ye, Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali yönetimi olarak sinema sanatına ve Filistin direnişine katkısından dolayı Onur Ödülü takdim etmekten büyük bir kıvanç duyuyoruz.
Derya Çelik
Uluslararası Dostluk Film Festivali
Program Koordinatörü